banner
SIHHİYE: MUSTAFA NAZ 2

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Mustafa'nın 1940 a kadar altı buçuk yıl kaldığı Kayseri günlerine dair pek bir bilgi yok.
Ailenin bakım yükümlülüğünü üzerine aldığı öksüz yetim 4 çocuk daha eve gelip gitmektedir. Mustafa'nın gelişinden bir yıl sonra Gaspıralı ailesinin bir kız evlatları dünyaya gelir. İsmini İnci koyarlar. (İnci Ertem) Bilinmeyen bir noktada, söz verildiği halde Mustafa hiç okula gönderilmez. Okumayı yazmayı Nazlı hanım kendisi evde öğretir. Bu noktada evlatlarının iddia ettiği " getir-götür işlerinde hizmetçi gibi kullanmışlar" da gerçekçi olamaz. Zaten evde hizmetçiler vardır. Aydın ve kültürlü insanların bir çocuğu kullanacaklarını zannetmiyorum. 1940 yılında aile İstanbul'a göçmeye karar verir. Mustafa İstanbul'a gitmek istemez, köye dönmeye karar verir. Ailenin bütün ısrarlarına rağmen kararından dönmez. Buna en çok İnci üzülür, Mustafa'yı gerçek ağabeyi gibi sevmektedir. ( ileride evlenip bir oğlu olduğunda adını Mustafa koyacaktır) Doktor Haydar "tamam oğlum" der "şunu bil ki bizim sana sözümüz ömür boyu, istediğin zaman yanımıza gelebilirsin" Vedalaşıp ayrılırlar.

 


Mustafa köyüne döner. Babası köyden Emine hanımla (Sığır Eminesi) evlenmiştir. Daha ilk günden analığı ile ters düşer. Sevemezler bir türlü, ne o analığını ne analığı onu.
2 ay sonra karar verir, İstanbul'a gidecektir. Ve çeker gider. Bir süre sonrada Mehmet hoca Emine hanımdan boşanır. Kısa bir süre sonra Mustafa'yı karşılarında gören aile sevinir. İnci'de ilkokula başlamıştır. İnci artık Mustafa'ya emanettir her gün okula götürüp getirir.


Hayatın mucizesi tam burada başlar... Mustafa okula gide gele, İnci'nin derslerine yardım ettikçe okuma isteği artar. Doktorun evdeki kitaplarını gizli gizli okumaya başlar. Görmesinler, bilmesinler belki kızarlar diye çok dikkat ederek kitapları parmak uçlarıyla tutarak okur. Okudukça meraklanır, kaldığı yere belirsiz işaretler koyup sonra siler. Yıllar içinde evdeki tıp kitaplarını hatim edercesine defalarca okur. Aklına takılanları doktorun eve gelen talebelerine çaktırmadan sorar. Mustafa'nın en sevdiği günler ailenin bazı akşamları tiyatroya sinemaya gittiği günlerdir. O gitmez evde kalır doya doya, rahat rahat kitap okur. Bir gün aklına takılan sorunun cevabı olan kitabı günlerce arar fakat bulamaz. Boş bulunup doktora sorar "şurada şu kitap vardı, nerede?" diye. Doktor şaşırır. "Oğlum senin ne işin var o kitapla" der. Mustafa okuduğunu itiraf etmek zorunda kalır ve her şeyi anlatır. Duyduklarına inanamayan doktor Haydar birkaç soru sorunca hayretler içerisinde kalır. Neredeyse kendisi kadar teorik bilgiye sahiptir. O günden sonra doktor Haydar Mustafa ile çok ilgilenip bilgilerini Mustafa'ya aktarmaya başlar. Yanında hastahaneye götürüp iğne yapmasını öğretir.

 

Bu arada köyde babası Mehmet hoca Fadime hanımla (Yusuf Naz dayının annesi) tekrar evlenir. Karı koca anlaşırlar, Fadime hanımın önceki kocasından olma kızı 14 yaşındaki Hatice'yi (Hacca) Mustafa ile evlendirecekler. Devamlı İstanbul'a haber gönderilir köye gel diye. Gelir Mustafa, ikisinin de rızası olmamasına rağmen evlendirirler 14 yaşındaki Hatice ile 18 yaşındaki Mustafa'yı, sene 1944. Düğünden sonra Mustafa tekrar İstanbul'a gider. Artık bir ayağı köydedir, her üç dört ayda gelip bir hafta kalır köyde.

 

Askerlik celp'i gelir fakat Mustafa sadece 48 kilo gelmektedir, ertelenir. Zaten yemekle arası hiç iyi olmamıştır, bir dilim kuru ekmek ile 3 gün idare eder. Boğaz deliği o kadar küçüktür ki üzüm yerken bile çekirdeğinin takılıp boğulma tehlikesi vardır. Daha sonra doktor Haydar'ın ayarlamış olduğu torpille İstanbul-Hadımköy Askeri hastanede 3 sene sıhhiye onbaşısı olarak vatani görevini yapar. 1948 yılında ilk çocuğu Hatice (ana adı) dünyaya gelir. 1949 Aralık ayı, babası Mehmet hoca ağır hastalanır, telgraf çekerler, gelir. Cesareti yoktur, pek müdahale edemez babasının hastalığına. Ufak tefek müdahalesine tepki vermez ve Ocak 1950 yılında rahmetli olur babası..


Karısı ikinci çocuklarına hamiledir. İstanbul'a gidip doktora durumu anlatıp köye dönmesi için müsaade istiyor. Doktorun niyeti İnci'nin tahsili için ikisini de Amerika'ya göndermektir. Gitme kal dese de fazla ısrar edemiyor ve Mustafa temelli köye dönüyor. İkinci çocukları dünyaya gelir, Mehmet (baba adı) koyar adını. Çok çalışkan olan Mustafa köyde bağ bahçe işleriyle meşgulken bir gün amcasının kızı Arife hastalanır. Muayene eden Mustafa, apandisit olduğunu ve acil hastaneye götürülmesi gerektiğini söyler. Amcası inanmasa da kızını alır Ürgüp'e hastaneye götürür. Muayene eden kadın doktor "birkaç gün hastanede kalsın bakarız" der. Amcası, "köydeki sıhhiye apandisit dediy di" deyince, doktor Haydar'ın talebesi olan ve Mustafa'yı tanıyan bayan doktor hemen Nevşehir'e havale eder. Varır varmaz ameliyata alınır. "Amca az daha geç kalsanız apandisit patlar kızını kaybederdin" denir amcasına.


Amcası yeğenine güveniyorduk artık. Hemen akabinde kendisi hastalanıp yatağa düşer. Zatürre olmuştur. Çağırır Mustafa'yı "Yeğenim olacaksa ölümüm senin elinden olsun, al şu 100 lirayı ne ihtiyacın varsa al, takımını kur" der. Kayseri'ye giden Mustafa iğnesini ilaçlarını araç gereçlerini alır gelir ve çok kısa bir sürede amcasını ayağa diker.
Engin bilgisinin yanında kendisine güveni de gelmiştir artık. Köyde hastalara bakmaya başlar. Ameliyat gerektirmeyen bütün hastaları iyileştirir. Koyduğu teşhisi profesör bile değiştiremez. Ünü yavaş yavaş çevre köylere yayılmaya başlamıştır bile...

 

Osmanlı bir kadının elinde büyümesinden olsa gerek kendisi de sert, disiplinli, otoriter, sözünü esirgemeyen, başta kendisi olmak üzere çevresindeki hiç kimseye acıyıp merhamet etmeyen biraz da gaddar bir kişiliğe sahiptir. Nazlı hanımın huyunu almıştır fakat kendisini pek sevmiyor tahminim, çünkü bu sırada dünyaya gelen kızına İnayet ismini koyuyor. Bir yıl sonra dünyaya gelecek oğluna İsmail Haydar diyecektir.
Burada bir örnek vereyim. Yıllar sonra bir sohbetlerinde Nazlı hanım yengem Hatice Özata'ya çok pişmanlık duyduğu bir olayı anlatır. Nazlı hanımın kesin emri vardır, dişleri çürümesin diye Mustafa ve İnci şeker çikolata gibi tatlı şeyler yemeyecektir. Bir gün okul dönüşü rengarenk şekerleri gören İnci "Ağabey bana bunlardan alır mısın?" der. Mustafa hayır dese de İnci'nin üzülmesine dayanamaz alır. Şeker yiyerek eve gelirler, tatlı kokusunu alıp ağızlarını koklayan Nazlı hanım ikisini de feci şekilde döver.

 

Sıhhiye Mustafa Naz ve kızı, yengem Hatice Özata


Yorulmak nedir bilmeyen Sıhhiyenin bundan sonraki hayatı tam bir maraton şeklinde geçer. Ben de o hızla anlatayım.. Sabah ezanı bağına bahçesine çalışmaya gider, akşam ezanı evine döner. Evinde onu bekleyen 15-20 hasta vardır. Ayakta bir şeyler atıştırıp hastalarına bakmaya başlar. Gece on iki, bir olur.. Yeni bir güne başlamak için birkaç saat uyur. Sofular, Karahöyük, Karakaya, Bozca, Sarıhıdır, Çökek köylerinin doktorudur artık. Başka köylerden gelenler evinde yatılı kalır. Karahöyük köyünden gelen hasta bir kız ve annesi sabah akşam iğne vurması gerektiği için iki ay evinde misafir kalırlar.
Hiçbir hastasından muayene ücreti almaz, sadece vurduğu iğnenin parasını alır, onu da istemez, durumu müsait olan verir, olmayan sonra getirir, getirmezse canı sağ olsun siler defterden..

 

Reçete yazma yetkisi yoktur, hastasına alacağı ilacın ismini yazar ya da kendisi doktor arkadaşlarına yazdırıp alır gelir. Ürgüp de hastanede deri altı iğne yapacak doktor olmadığı zaman Sofular köyünde sıhhiye var, ona git denir. Doktor Haydar İstanbul'dan kutu kutu ilaç gönderir köye, bedava dağıtır hastalarına. Çevresi çok geniştir, ameliyat işi olan hastalarını kendi eliyle hastaneye götürür, ne yapılması gerektiğini söyler. Arkadaşı, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Prof.Dr. Ragıp Üner senede bir gün köye gelir bütün hastaların reçetesini yazar imzalar.

Sözünü esirgemeyen biri olduğu için bir dost sohbetinde Prof.Dr. Ragıp Üner'in izlediği politikayı eleştiren birkaç söz söyler, bu da Ürgüp belediye başkanı Ali Baran Numanoğlu tarafından profesöre yetiştirilir, bir ara araları bozulsa da sonradan düzelir.

 

Köylü,  artık yeter, çalışma, sana bir sağlık ocağı yapalım, otur hastalarına bak dese de, istemez. Aynı zamanda köyün problemleriyle de ilgilenir, gerektiğinde Kayseri, Ankara gider gelir.
Sevmeyeni, çekemeyeni yok mu? Var tabii ki. Ürgüp Kaymakamlığına şikayet edilir, Kaymakam alır yanına hastane başhekimini gelir köye. "Mustafa efendi hakkında şikayet var, diploman yokmuş ve iğneyi pahalı vuruyormuşsun" der. Sıhhiye "Kaymakam bey, iğne hastanede 1 lira, ben 25 kuruş alıyorum" deyince Kaymakam kükrer "İşte tam bu yüzden, bundan sonra sen de 1 liraya vuracak ve her muayeneden ücret alacaksın. Bu halk senin kıymetini ancak o zaman anlar". Kahve içip kalkarlarken başhekim "Mustafa kaç sefer dedim al artık şu diplomanı" der. Kayseri de sınavlara girip sıhhiye diplomasını alır.


Bir gün dedem hastalandı eve gelip iğne yaptı "Yusuf dayı bu iğne ağır bir iğne, Hatça abam burayı biraz sevsin okşasın" dedi. Dedemde şaka yapıyor zannetti, kinaye kinaye "tam da buldun sevip okşayacak adamı" dedi. Ertesi gün iğne vurulan yer davul gibi şişip apse yaptı. 5 yaşında yakalandığım Difteri (Kuşpalazı) hastalığında 7 yaşına gelince geçer dedi, devamlı iğnesini yaptı ve 7 yaşına gelince geçti.

 

 

1957 yılında kendisinin Kayseri de olduğu bir gün aniden ailesini kaybeder, cenazesinde bile bulunamaz. En küçük oğlu 2 yaşındaki İsmail Haydar da annesinden 40 gün sonra vefat eder. Aynı zamanda doğan bacısının oğluna İsmail Haydar ismini verirler.

 

 


1958 yılında Hacca Korkmaz hanımla evlenir fakat hiç geçimleri yoktur. Bağ bahçe vererek zoraki boşanmaya razı eder, 4-5 yıl sonra boşanırlar. Ondan çocuğu yoktur.

 

 

1965 yılında Töremiş'in kızı Emine hanımla evlenir. 3 çocuğu olur, Ragıp, Muhammed'i, Fatma.

 

Çocuklarından Mehmet ve İnayet günümüzde köyde ki hastaların iğnelerini yaparlar.

 

29.9.1979 tarihinde Hakk'ın rahmetine kavuştu.
Allah ondan razı olsun, yaptığı o iyilikler öbür dünyada karşısına mükâfat olarak çıksın inşallah.

 

 

Benim adım Hıdır, elimden gelen budur deyip sözü Yusuf Naz dayıya bırakalım. Onun da ağabeyi Mustafa Naz ile ilgili anlatacakları var.. Yakında.

 

 

Hatamız, kusurumuz, unuttuğumuz olduysa affola.

 

 

Not: Bu yazıya yapmış oldukları katkıdan dolayı; Hatice Özata (kızı) Yusuf Naz (kardeşi) Ragıp Naz (oğlu) a teşekkür ederim.

 

 

 

 



Yücel Özata
Okunma Sayısı: 1767


18.97.14.86








  Ragıp naz

Abim teşekkür ediyorum eline diline sağlık Allah razı olsun sizlerden. Ayriyeten Naz ailesi olarak da sonsuz teşekkürler ediyorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Admin den Açıklama
Aidat Borcu Sorgulama
Son Ziyaretçi Yorumları
Memduh Çakır
BENİM KÖYÜM Baharda şenlenir bağı, bahçesi Kokusu başkadır benim köyümün Unutturur adama gamı, kederi Havası başkadır benim köyümün XXX Akşam olur herkes döner evine Can kurban inan ki benim köyüme Gülabi'nin torunları derler bizlere Özü başkadır benim köyümün XXX Yeşil yeşil meşeleri var dağında Meyve ağaçları çiçek açar bağında Her çeşit otlar yeşerir toprağında Yeşili başkadır benim köyümün XXX Köyümün kenarından akar çayı Kıvrım kıvrım dolanır sular tarlayı Unuttum sanma orda olmayı Dostluğu başkadır benim köyümün XXX Yaz gelince çıkarlar yaylaya Gurbetçiler hasretle döner sılaya Benden selam olsun Aziz Ağa'ya Sevgisi başkadır benim köyümün İbrahim SEVİNDİK

Memduh Bulut
İlk arabayı MUSTAFA BULUT ve HASAN KARACA getirmiştir sene 1964 bilginize

Sofular genclik
Cok güzel olmuş ama cok kişiyi tanıyamadık site İcin Teşekkürler ZEMİ


Tüm ziyaretçi yorumları için tıklayınız.
Günlük Gazeteler

 

© Copyright 2020  V4.1 Tüm Hakları Saklıdır.


Top